H. Kohut’un Kendilik Psikolojisi Yaklaşımı ÇerçevesindeNarsistik Kendilik Bozukluğu Belirtileri Gösteren T. Bey’inPsikoterapi Sürecine Bakış

Giriş
“Kendilik Psikolojisi” Heinz Kohut tarafından geliştirilmiş çağdaş psikanalitik kuramlardandır. Kohut (1971), kuramı ilk
ortaya koyduğunda kendiliği (self), “Ego” içinde yer alan bir alt tasarım (self-representation), kişinin kendini algılayış
biçimi ve kendisiyle ilgili imgeler bütünü olarak düşünmüştür. Sonraki yıllarda kuramında yaptığı değişiklikle kendilik
kavramını bir üst örgütlenme; “kişiliğin çekirdeği, algıların ve girişimlerin merkezi” olarak nitelendirir. Bireyin hırsları,
tutkuları, idealleri ve eğilimleri bu birimde yer almaktadır. Kohut tüm psikopatoloji alanını bu eksende açıklamayı hedefler (Kohut, 1977). Kendilik nesneleri (self objects) ise kendiliğin bir parçası ya da uzantısı olarak algılanan nesnelerdir.
Kendilik nesneleri; anne-baba, daha geniş anlamıyla da bireyin yaşamında önem taşıyan kişilerdir (Türkçapar, 1995).
Kendilik nesneleri, bireyin kendiliği üzerinde doğrudan etkili olan ve kendilik çekirdeğine hayat veren nesnelerdir.
Kohut (1984), bir bebeğin doğduktan sonra biyolojik olarak yaşayabilmesi için su ve havaya ihtiyaç duyması kadar
bakım verenleriyle (kendilik nesneleriyle) ilişkisel deneyimlere ihtiyaç duyduğunu ifade etmiştir. Kendiliğin oluşmasını
ve süreklilik içinde bir yapı olmasını sağlayan bu deneyimlere Kohut (1971) kendiliknesnesi deneyimleri, çocuğun bu
deneyimlere yönelik ihtiyaçlarına ise kendiliknesnesi ihtiyaçları adını vermiştir.
Kohut (1971), narsistik kişilik bozukluklarında görülen temel kendilik nesnesi aktarımlarını [ülküleştirme aktarımı (idealizing transference) ve ayna aktarımı (mirror transference)] incelemiş ve iki kutuplu (bipolar) kendilik kuramını ortaya koymuştur. Birinci kutup: Büyüklenmeci kendilik (grandiose self); çocuğun büyüklenmeciliğini ve teşhirciliğini
içerir. Çocuk, sergilediği davranışlar karşısında çevresinden beğenilmeyi, görünür olmayı/onaylanmayı ve takdir edilmeyi bekler. Ana-babanın uygun aynalamaları ve dönütleri sayesinde kendiliğin kutuplarından biri olan büyüklenmeci
kendilik kutbunda ihtiraslar vardır. Bedensel ve zihinsel aktivitelerden zevk alma, görülme, hayran olunma, başkalarınca gurur duyulma ve kendine saygıyı ayarlayabilme kapasitesi bu kutbun işlevleri arasındadır. İkinci kutup ise; Ülküleştirilmiş/idealize edilmiş ebeveyn imagosudur (idealized parental imago). Çocuk, idealize ettiği güçlü ebeveynine
dayanır, hayran olur ve yakınlık duyar. Güçlü, kusursuz olarak algıladığı bu nesnenin bir parçası olur, onun kanatları
altında kendisini güçlü ve güvenli hisseder. Çocuğun idealize edilmiş tümgüçlü kendilik nesnesi ihtiyacı kırılmalarla
(ana-babanın hastalanması ya da ölmesi gibi) kesintiye uğramazsa, ülküleştirilmiş ana-baba işlevleri içselleştirilir ve
ikinci kutup olan ülküler (Ideals) kutbu oluşur. Bu kutbun işlevleri arasında ise ideallere, değerlere sahip olma ve bunların gerçekleşmesine çalışma, arzularını, hırslarını kontrol edebilme ve gerilim durumlarında kendisini yatıştırabilmesi
yer alır. Lessem (2005), sağlıklı bir gelişim sürecinde, bu ihtiyacın karşılanmasıyla ebeveyn değerleri içselleştirilir ve
idealler kutbunun oluşumu ile dürtü kontrolü sağlanmış olur. Bu idealler, çocuğun kendiliğinin diğer kutbunda gelişen
hırs ve emellerini organize ederek bir hedefe doğru yönelimini sağlar.
Kohut daha sonra 1984’te bu iki kutup arasına yetenek ve becerileri de eklemiştir. Birey ihtiraslar kutbu tarafından
itilirken, idealler kutbu tarafından çekilmekte olup bu iki kutup arasındaki karşılıklı ilişki gelişim yayı ile resmedilmektedir. Yetenek ve becerileri bu gerilim yayı harekete geçirir ve bireyin potansiyellerinin gerçekleşmesini sağlar (Wolf,
1988). Yetenek ve becerilerin başarılı bir şekilde kullanımı bütünlük hissi yaratır. Kendilik, bütün ve tam olarak yaşanır
(Terbaş, 2004).
Kendilik psikolojisinin önemli ve temel bir kavramı da empatidir. Kendilik nesnesi işlevinin gerçekleşmesi empatik duruş ile sağlanmaktadır. Terapistin danışana empatik duruşu gven ortamını oluşturup, gelişimsel duraklamaya uğramış
kendilik nesnesi ihtiyaçlarının terapideki aktarımlarla yeniden aktifleşmesini sağlar (Rowe ve Mac Isaac, 1991; Wolf,
1988). Bu sürecin canlanmasına da “kendilik nesnesi aktarımı” denilmektedir (Kohut, 1977). Bu aktarım sayesinde,
danışan kendilik nesnesi ihtiyaçlarını terapiste aktarmaya başlar ve aralarında narsistik bir bağ kurulur (Siegel, 1996).
Bireylerin çocukluk çağında yaşadığı örselenmenin zamanı ve doğasına bağlı olarak, narsistik ihtiyaçlardan biri diğerine ağır basar ve terapi ortamında o aktarım ortaya çıkar (Siegel, 1996). Fakat terapist doğrudan danışanın bu
ihtiyaçlarını doyurmaz. Terapistin oynadığı rol, ortaya çıkan bu ihtiyaçların görldğn danışana yansıtmak ve bu
ihtiyaçlarını ona açıklayarak kendisinin de anlamasını sağlamaktır (Goldberg, 1978). Karşılıklı interaktif bir süreçte
oluşan güven ortamında, danışanın en arkaik ve kendisini utandıran ihtiyaçları anlaşılabilir, konuşulabilir ve geçmiş
travmalar anlamlandırılabilir. Süreç içinde gelişimsel duraklamaya uğramış kendilik gelişimi bu müdahale ile kaldığı
yerden devam edebilir (Siegel, 1996).

T. Bey Vakası ve Başvuru Nedeni
32 yaşında evli bir erkek olan T. Bey, 1 yıldır Sakarya’da öğretmenlik yapmaktadır. Daha öncesinde Van’da 5 yıl öğretmen olarak çalıştığını ifade etmiştir. T. beyin anne ve babası hayatta olup şu anda Balıkesir’de beraber yaşamaktadırlar.
Babası memur emeklisi, annesi ise ev hanımıdır. Kendisinden küçük 2 kardeşi vardır. Onlar da memur olarak çalışmaktadırlar. İlkokul 4. sınıfa kadar köyde eğitim görmüş, sonrasındaki tüm yaşamı büyük şehirlerde geçmiştir. Dindar bir
ailede ve dindar bir çevrede yaşamış ve dini sorumluluklarını da olabildiğince yerine getirdiğini söylemiştir. Ortaokul
yıllarından üniversite sonrasına kadar yaklaşık 16 yıllık yaşamı, dışa kapalı bir dini cemaatin içinde ve cemaat normları
çerçevesindeki faaliyetlerde yer alarak geçmiştir. Daha önce herhangi bir psikoterapiste gitmediğini ve yakın zamana
kadar da psikoloji bilimine inanmadığını söylemiştir.
Başvuru nedenleri: hayattan keyif alamama, ne yapacağını bilememe, kendisini cansız, güçsüz ve değersiz bir varlık
gibi algılama olarak ifade etmiştir. Bir dönem yaşamın yegâne gayesi olarak gördüğü değerleri küçümsemekte ve
yaşamını sürdürebilmek için gerekli olan mücadeleyi yürütemediğini düşünmektedir. Ayrıca sosyal ilişkilerinde zorluk
yaşadığını, çalışma ortamındaki kişilerle ortak bir nokta bulamadığını, onlarla “kendiliğinden bir sohbet” geliştiremediğini, bu nedenle de iş ortamındaki insanların kendisinden rahatsız olduğunu söylemektedir.
Genel görünümü: Psikomotor aktivitenin yavaş ve sınırlı olduğu gözlenmiştir. Duygulanımı belirgin olmayıp yüzünde
donuk bir ifade izlenmiştir. Konuşması sorulara açıklık getirecek düzeyde sade ve nettir. İletişimde bir çekingenlik izlenmemiştir. Bilinci açık ve yer, zaman kişi yönelimi normaldir. Beden duruşunda bezginlik ve hareketsizliği andıran bir
dağılma hali görünmekte olup el, kol ve ayak koordinasyonunda hafif düzeyde bir disosiasyon gözlenmiştir. Çevresi
tarafından da hareketsizlik ve bezginlik gibi söylemlere maruz kaldığını ifade etmiştir.
Çocukluk Dönemi Aile Yaşantısı
T. Bey, ilkokul 4. sınıfa kadar köy okulunda okuduktan sonra 5. sınıfta büyük şehirde diğer kardeşleriyle birlikte bir
mahalle okuluna başlar. Derslerinde başarılı olduğunu, öğretmenin gözünde bu şekilde değer kazandığını ifade etmektedir. Annesini çalışkan, dirayetli ve çocuklarını yetiştirmek için gayret eden biri olarak tanımlamıştır. Babası da
bazen döven ama genelde koruyup kollayan güçlü biridir. Ergenlik dönemine kadar okulda ya da sokakta maruz kaldığı
olaylara karşı babasını yanında hissettiğini ve ona güvendiğini ifade etmiştir. Aile içinde ise anne ve babasının birbirine
mesafeli olduklarını, ortak bir etkinlik içine hiç girmediklerini söylemiştir. Ailenin düşük de olsa sabit bir geliri vardır. Babasının akrabalara mesafeli duruşu nedeniyle akraba çevresi de oluşmamıştır. Bu çerçevede T. Bey’in küçük ve yalnız
bir ailenin rijit/sert ortamında çocukluğunu geçirdiği anlaşılmaktadır.
Ortaokulda imam hatip okuluna gitmek istemiştir. Ortaokul 6. sınıfta dini bir gruba ait yurtta 1 yıl kaldığını ve sadece
ders çalışıp, dini sohbetlere katılarak namaza başladığını söylemiştir. O yıllara ait anımsadıklarında; yurttaki yoğun ders
çalışma temposunu sevdiğini, bundan haz aldığını ve başarılı olduğu için bu yolla görünür olabildiğini ifade etmiştir.
Bu bağlamda T. Bey’in ilkokul ve ortaokul yıllarında az sayıdaki arkadaş çevresiyle ancak “çalışkan öğrenci” sıfatıyla
ilişki kurabildiği anlaşılmaktadır.
14 yaşında iken arkadaşının isteğiyle başka bir dinî grupla tanışmıştır. Buradaki grup ortamında çok kitap okuyanların
daha fazla değer gördüğünü, bu çerçevede T. bey de yoğun şekilde kitap okuduğunu ve sorulan soruları cevaplayarak akranlarından hep önde olma gayretinde olduğunu; bu çabalarının nedeni üzerinde düşündüğünde ise öğrenmeye olan yatkınlığının etkisiyle “çalışkan/bilgili kişi” kimliğini kazanmaya çalıştığını söylemiş, ortaokul ve lise yıllarının
tümüyle böyle geçtiğini ifade etmiştir. Başka bir sosyal çevresi olmadığından vaktinin büyük kısmını bu ortamda
geçirmekte olan T. bey, her gün devam eden konuşmalar ve sohbetlere katılmıştır. Sonraki zamanlarda içinde bulunduğu grubun -kendi ifadesiyle- “tanrısal bir irade tarafından” yönetildiği inancını benimsemiştir. O nedenle de hakikati
bulduğunu ve ‘çalışkan öğrenci’ olmak yerine yegâne gayesinin bu amaçlar çerçevesinde yaşamak olduğu kanaatine
vardığını ifade etmiştir.
Sonuç olarak; T. beyin küçük ve yalnız bir ailenin rijit/sert ortamında doğup büyüdüğü ve büyüklenmecilik eğilimleri
olan bir grupla aidiyet bağı kurduğu anlaşılmaktadır. Yaşamında var olabilmek için ilk zamanlar uğraş verdiği “çalışkan
öğrenci” imajının yerini zamanla ‘grup normlarına sadakat ’in aldığı söylenebilir

Ergenlik ve Yetişkinlik Dönemi Yaşantısı
Lise yıllarında kültürel kodlarına zıt seküler bir okula kaydolmak zorunda kalmıştır. Yoğun yabancılık hissettiği bu okulda herkes sapkın, yanlış bir hayat yaşadığı için en önemli görevi grubun yüklediği misyon çerçevesinde onlara doğruyu
göstermek olduğunu fakat yabancısı olduğu bu farklı çevrede kimseyle iletişim kuramadığını ve okuldan sonraki tüm
zamanlarını dini grubun içinde geçirdiğini ifade etmiştir. Derslerden sonraki teneffüs aralarında sınıftan çıkmadan
grubun telkinleri çerçevesinde kitaplar okuduğunu, okuldaki öğretmen ve öğrencileri ise hiç önemsemediğini çünkü
onların hepsinin doğrudan habersiz boş ve ahlaksız insanlar olarak düşündüğünü ifade etmiştir.
Akranları atari salonunda oyun oynama ve kız arkadaş edinme ile uğraşırken T. bey grubun evinde kitap okuyarak günlerini geçirmiştir. Bu inanç çerçevesinde günah olması nedeniyle ergenlik yıllarında kız arkadaş edinme teşebbüsünde
bulunmamıştır. Sınıfında veya bir başka yerde de kadınlardan uzak durduğunu, konuşmadığını ve herhangi bir kadınla
da yakınlaşma içine girmediğini ifade etmiştir. Ayrıca inancı gereği evlilik dışı tüm cinsel yakınlaşmaların büyük suçlar
olarak bu dünyada ve ahirette büyük acıları beraberinde getireceğini, bunun yaşamın doğallığına aykırı işler olduğunu
ifade etmiştir. Öte yandan insanın kendi arzuları için değil ideal bir amaç için yaşaması gerektiğini, kişisel fikir ve arzusunun bir değerinin olmadığını, ancak grubun talep ve görüşlerinin hakikati gösterebileceğini söylemiştir. Bu anlamda
olgun bir insanın başkaları için kendi arzu ve duygularından vazgeçmesi gerektiğini kendisinin de birçok defa öfkesini
içe attığını, aşağılanmalara karşı tepkisiz kaldığını söylemiştir.
T. Beyin yaşamında lise tercihi, üniversite hazırlık kursu, üniversitedeki bölümü ve kalacağı eve kadar grubun normları
çerçevesinde belirlendiği anlaşılmaktadır. T. bey bu süreçte edilgen biçimde yalnızca söyleneni yaptığını ve ilahi bir yönelimle olduğu için tüm bunlardan memnun olduğunu çünkü ilahi iradenin altında hareket ederek kendisine en doğru
yolun gösterildiğine inandığını söylemiştir.
Üniversite yıllarının da benzer ilişkiler ağı içinde geçtiğini ve sosyal hayata karışmadan grup kimliğini devam ettirdiğini ifade etmiştir. Bu nedenle üniversite sonrası için herhangi bir hayal kurmamış, yaşamının geri kalanını burada
geçireceğini düşündüğünden mezuniyetten sonraki yıllarını da dine hizmet adı altında grubun içinde sürdürmüştür.
27 yaşında iken yaşadığı bazı anlaşmazlık ve kendi tabiriyle “uyuşmazlıklar” sonucu bu yaşam alanından ayrılarak
Kpss sınavıyla öğretmen olarak atanmıştır. T. bey burada da grupla bağı devam etmiş olmasına rağmen yaşamında
ciddi sorunların baş gösterdiğini ifade etmektedir. Yaşadığı sorunlar genelde, sosyal uyumsuzluk, değersizlik hissi, boş
zamanlarda ne yapacağını bilememe, hayattan haz alamama ve hayatta bir yerinin olmadığı duygusu gibi belirtilerdir.
Kendi evinde tek kaldığı zaman ne yapacağını bilememektedir. Önceki ortamda ona çizilmiş bir yaşam biçimi artık
olmadığı için kendini yalnız ve çaresiz hissetmekte ve hayatta kendini amaçsız olarak görmektedir. Sosyal çevresi de
değiştiği için insanların gözünde kendisi için bir değer görmediğini ve küçümsendiğini ifade etmiştir. Bu yüzden de
hayatta bir yerinin olmadığı düşüncesiyle baş etmeye çalışmıştır.
T. bey yaşadığı bu yoğun anlamsızlık ve değersizlik duygularından kurtulabilmek için yakın bir devlet üniversitesinde
uzun uğraşlar sonunda bir yüksek lisans programına başlamıştır. Bu şekilde ilerde daha saygın bir meslek olan akademisyenliğe geçecek ve değersizlik duygusundan kurtulacağını düşünmüştür. İleride doktora da yapacağından İngilizce için gereken puanı da almıştır. 2 yıllık zorlu sürecin sonunda tezini bitirmiş fakat savunmadan geçemeyerek tezi
reddedilmiş bölümden kaydı silinmiştir. T. Bey bu olayda büyük bir çöküş yaşadığını, uzun süre kendine gelemediğini
ve kendisini adeta bir hiç gibi hissettiğini söylemiştir. “Karanlık bir kuyunun içinden çıkmaya çalışırken atılan acımasız
bir tekmeyle tekrar yokluğa terk edildiğini” ve insan vasfı kazanacakken bunu elinden aldıklarını, “ailesinden babasını
veya annesini kaybetmek” kadar büyük bir kederi uzun süre yaşadığını söylemiştir. Bir ara bunun sorumlusunun kader
olduğunu, tanrının insanlara bilerek yardım etmediğini ve acımasızca davrandığını ve esas sorumlunun o olduğunu
düşünmüştür. Bu yüzden “İsa’nın çilesi” filminde geçen “beni neden terk ettin baba” repliğini anımsamakta ve ara ara
bazı dini liderlerle özdeşim kurmakta bu şekilde kendisi de otoritenin zulmüne uğramış değerli kişi vasfı kazanmaktadır. Bunu kendiliğin parçalanmasına karşı bir savunma mekanizması olarak değerlendirmek mümkündür.
Sonraki aylarda ise apar topar özel bir üniversitede tekrar yüksek lisans programına başlamıştır. Anlamsızlık ve değersizlik duyguları yoğun şekilde devam etse de bölüme başlayarak bu duyguların nispeten azaldığını ve kendisi için yeni
bir amaç elde ettiğini ifade etmiştir.

Dini Grubun Temel Dinamikleri (İdealize Edilmiş Grup Kimliği)
Bahsi geçen dini grup büyük oranda dış dünyaya kapalı ve T bey’in ifadesiyle ‘ilahi bir irade’ ile korunmaktadır. Grup
hiyerarşisinde en üstteki ruhani liderin ve yakınındakilerin metafizik güçlere sahip birer kurtarıcı olduğuna inanılmaktadır. Bu kişiler dünyayı değiştirecek bir güce sahip olup günü geldiğinde bunu başaracak olan ideal kişilerdir. Onlara
yaklaşabilmek ya da rüyada bile görmek büyük bir onur sebebidir. O nedenle grup üyeleri bu onura sahip oldukları için
kendilerinin seçilmiş olduklarına inanmaktadırlar. Diğerleri gibi T bey de kutsal bir irade tarafından seçilmiş ve korunmaktadır. Uyum sağlayamayan ya da grup dışında kalan insanlar “gafil, günahkâr ya da zındık” gibi isimlerle tanımlanmakta ve mutlak kötü olarak nitelenmektedirler. Bireysel farklılıklar yerine kolektif düzen yüceltilerek her türlü özerk
davranışın bencillik, kibir ve heveskârlık olarak nitelenmekte olduğu ve olumsuz bir ahlak normu olarak kabul edildiği
anlaşılmaktadır.
Bu veriler ışığında bakıldığında, bahsi geçen grubun her şeye kadir, omnipotent yapıda olduğu anlaşılmaktadır. Bu yapının dışında kalan kişiler ise birer tehdit olarak damgalanmakta ya da dönüştürülmesi gereken insanlar olduğu varsayılmaktadır. Grup aidiyetinin temel koşulu olarak bireylerin özerkliği yerine idealize edilmiş ortak kimlikle kaynaşması,
bu imgenin gölgesinde değer görmeleri beklenmektedir. Bununla beraber T. Bey’in ifadeleri çerçevesinde grup içinde
açık bir zorlamaya gidilmediği ve gönüllülük temelinde bir işlerliğin olduğu anlaşılmaktadır.
Kendilik Psikolojisi Açısından Vaka Formülasyonu
T. Bey çocukluk döneminde rijit/sert, katı bir ailede büyümüştür. Ailenin gurbette ve yalnız olmasının T. bey için kendilik nesnesi işlevi görecek bireylerden mahrum olmasına neden olduğu söylenebilir. Zira ilkokul yıllarından beri görünür olabilmek için “başarılı öğrenci” kimliğine sığınması, uyarıcı cevaplardaki yetersizlik ve ailedeki rijit yapının neden
olduğu aynalanma eksikliği “yeterince uyarılmamış kendilik” olgusunu düşündürmektedir. Böylece kendiliğin büyüklenmeci/teşhirci kutbunun gelişemediği söylenebilir. T. Bey’in çocukluk sonrasındaki ergenlik ve gençlik döneminde “bilinen anlamda bir ergenlik dönemi yaşamadım” söylemi ve “başkalarının ikaz ve uyarıları çerçevesinde” yaşam
sürdüğünü ifade etmesi ve uzun yıllar içinde bulunduğu dinî kültürün de farklılaşmaya izin vermeyen boyun eğici
ortamının da T Bey için “yeterince uyarılmamış kendilik” olgusunu pekiştirdiğini söylemek mümkündür. Bu bağlamda
Kohut’un (1977) ifade ettiği üzere T. Bey’in kendilik yapısında birincil aynalanma eksikliğine bağlı “büyüklenmeci kendilik” kutbunun yeterince gelişmediği değerlendirilmiştir.
Ergenlik dönemi ve sonrasında ise dinî cemaat içindeki ruhanî lider ile özdeşim kurduğu ve onun takipçilerini idealize
ettiği görülmektedir. En tepedeki tümgüçlü ruhani liderin “kurtarıcı” şeması da dikkate alındığında T. Bey’in bu lider
ve yakın takipçileriyle kaynaşma içinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda seçilmişlik duygusunun da etkisiyle T.
Bey’in kendilik yapısının idealize edilmiş kimlik imgesi ile kaynaştığını söylemek mümkündür. İdealize edilmiş imgeye
(gerek baba gerek sonradan girdiği dini cemaat) libidinal enerji yatırılarak, bu imgeyle özdeşim kurduğu ve büyüklenmeci kendilik kutbundaki yetersizliğini, idealize edilmiş lider imgesinin gölgesine girerek telafi etme yoluna girdiğini
söylemek mümkündür.
Öğretmen olarak iş hayatına girdiği dönemde, ideal imgeden çevresel nedenlerle uzaklaşması -kaynaşma aktarımının
zayıflamasına bağlı olarak- kendilik yetersizliğinin tekrar açığa çıkmasına ve kendisini güçsüz hissetmesine neden
olmuştur. T. bey başladığı yüksek lisans çalışmasında da aslında bu kaynaşma aktarımını farklı bir formatta yeniden
yapılandırmak istemiş ve eski gücüne bu şekilde ulaşmayı hedeflemiştir (ilahiyat alanının seçimi ve tez konusunun
dini grup olması). Fakat bu girişimin başarısız olması “karanlık kuyulara düşmek, yokluğa terk edilmek” söyleminde
ifade ettiği gibi kendilik parçalanmasına yol açmıştır. Acı çeken dini liderlerle özdeşim kurmak ya da hatayı tanrıya
yüklemek (yön değiştirme) gibi kendiliği ayakta tutmaya yönelik savunmalar içine girmiştir.
Yetişkinlik dönemi yaşantısındaki değersizlik, yetersizlik ve ne yapacağını bilememe duygusunun da ihtiraslar kutbundaki gelişimsel duraklamadan kaynaklandığı söylenebilir. Zira yaşadığı değersizlik duygusundan kurtulmak için
yüksek lisansa kayıt olmayı varlık yokluk konusu yapması ve tezin reddedilmesi sonrası uzun süre kendisini “hiç gibi
hissetmek” “yokluk kuyusuna terk edilmek” gibi normalin çok üzerinde bir hüzün ve yası yaşaması, varoluşunu ötekinin
onayında gördüğü için aynalanma yetersizliği tespitini güçlendirmektedir. Tezin reddedilişi aranan onayın elde edilememesi sonucu kendilik parçalanmasına neden olduğundan T. Bey derin bir yas duygusu içine girmiştir. O nedenle ülküleştirmenin arkaik biçimi olarak kısa süreli mistik vecd haline girmiş ve tarihteki bazı dini kişiliklerle özdeşim kurarak
aynı kaderi paylaştığını söylemiştir.

Dini Grubun Temel Dinamikleri (İdealize Edilmiş Grup Kimliği)
Bahsi geçen dini grup büyük oranda dış dünyaya kapalı ve T bey’in ifadesiyle ‘ilahi bir irade’ ile korunmaktadır. Grup
hiyerarşisinde en üstteki ruhani liderin ve yakınındakilerin metafizik güçlere sahip birer kurtarıcı olduğuna inanılmaktadır. Bu kişiler dünyayı değiştirecek bir güce sahip olup günü geldiğinde bunu başaracak olan ideal kişilerdir. Onlara
yaklaşabilmek ya da rüyada bile görmek büyük bir onur sebebidir. O nedenle grup üyeleri bu onura sahip oldukları için
kendilerinin seçilmiş olduklarına inanmaktadırlar. Diğerleri gibi T bey de kutsal bir irade tarafından seçilmiş ve korunmaktadır. Uyum sağlayamayan ya da grup dışında kalan insanlar “gafil, günahkâr ya da zındık” gibi isimlerle tanımlanmakta ve mutlak kötü olarak nitelenmektedirler. Bireysel farklılıklar yerine kolektif düzen yüceltilerek her türlü özerk
davranışın bencillik, kibir ve heveskârlık olarak nitelenmekte olduğu ve olumsuz bir ahlak normu olarak kabul edildiği
anlaşılmaktadır.
Bu veriler ışığında bakıldığında, bahsi geçen grubun her şeye kadir, omnipotent yapıda olduğu anlaşılmaktadır. Bu yapının dışında kalan kişiler ise birer tehdit olarak damgalanmakta ya da dönüştürülmesi gereken insanlar olduğu varsayılmaktadır. Grup aidiyetinin temel koşulu olarak bireylerin özerkliği yerine idealize edilmiş ortak kimlikle kaynaşması,
bu imgenin gölgesinde değer görmeleri beklenmektedir. Bununla beraber T. Bey’in ifadeleri çerçevesinde grup içinde
açık bir zorlamaya gidilmediği ve gönüllülük temelinde bir işlerliğin olduğu anlaşılmaktadır.
Kendilik Psikolojisi Açısından Vaka Formülasyonu
T. Bey çocukluk döneminde rijit/sert, katı bir ailede büyümüştür. Ailenin gurbette ve yalnız olmasının T. bey için kendilik nesnesi işlevi görecek bireylerden mahrum olmasına neden olduğu söylenebilir. Zira ilkokul yıllarından beri görünür olabilmek için “başarılı öğrenci” kimliğine sığınması, uyarıcı cevaplardaki yetersizlik ve ailedeki rijit yapının neden
olduğu aynalanma eksikliği “yeterince uyarılmamış kendilik” olgusunu düşündürmektedir. Böylece kendiliğin büyüklenmeci/teşhirci kutbunun gelişemediği söylenebilir. T. Bey’in çocukluk sonrasındaki ergenlik ve gençlik döneminde “bilinen anlamda bir ergenlik dönemi yaşamadım” söylemi ve “başkalarının ikaz ve uyarıları çerçevesinde” yaşam
sürdüğünü ifade etmesi ve uzun yıllar içinde bulunduğu dinî kültürün de farklılaşmaya izin vermeyen boyun eğici
ortamının da T Bey için “yeterince uyarılmamış kendilik” olgusunu pekiştirdiğini söylemek mümkündür. Bu bağlamda
Kohut’un (1977) ifade ettiği üzere T. Bey’in kendilik yapısında birincil aynalanma eksikliğine bağlı “büyüklenmeci kendilik” kutbunun yeterince gelişmediği değerlendirilmiştir.
Ergenlik dönemi ve sonrasında ise dinî cemaat içindeki ruhanî lider ile özdeşim kurduğu ve onun takipçilerini idealize
ettiği görülmektedir. En tepedeki tümgüçlü ruhani liderin “kurtarıcı” şeması da dikkate alındığında T. Bey’in bu lider
ve yakın takipçileriyle kaynaşma içinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda seçilmişlik duygusunun da etkisiyle T.
Bey’in kendilik yapısının idealize edilmiş kimlik imgesi ile kaynaştığını söylemek mümkündür. İdealize edilmiş imgeye
(gerek baba gerek sonradan girdiği dini cemaat) libidinal enerji yatırılarak, bu imgeyle özdeşim kurduğu ve büyüklenmeci kendilik kutbundaki yetersizliğini, idealize edilmiş lider imgesinin gölgesine girerek telafi etme yoluna girdiğini
söylemek mümkündür.
Öğretmen olarak iş hayatına girdiği dönemde, ideal imgeden çevresel nedenlerle uzaklaşması -kaynaşma aktarımının
zayıflamasına bağlı olarak- kendilik yetersizliğinin tekrar açığa çıkmasına ve kendisini güçsüz hissetmesine neden
olmuştur. T. bey başladığı yüksek lisans çalışmasında da aslında bu kaynaşma aktarımını farklı bir formatta yeniden
yapılandırmak istemiş ve eski gücüne bu şekilde ulaşmayı hedeflemiştir (ilahiyat alanının seçimi ve tez konusunun
dini grup olması). Fakat bu girişimin başarısız olması “karanlık kuyulara düşmek, yokluğa terk edilmek” söyleminde
ifade ettiği gibi kendilik parçalanmasına yol açmıştır. Acı çeken dini liderlerle özdeşim kurmak ya da hatayı tanrıya
yüklemek (yön değiştirme) gibi kendiliği ayakta tutmaya yönelik savunmalar içine girmiştir.
Yetişkinlik dönemi yaşantısındaki değersizlik, yetersizlik ve ne yapacağını bilememe duygusunun da ihtiraslar kutbundaki gelişimsel duraklamadan kaynaklandığı söylenebilir. Zira yaşadığı değersizlik duygusundan kurtulmak için
yüksek lisansa kayıt olmayı varlık yokluk konusu yapması ve tezin reddedilmesi sonrası uzun süre kendisini “hiç gibi
hissetmek” “yokluk kuyusuna terk edilmek” gibi normalin çok üzerinde bir hüzün ve yası yaşaması, varoluşunu ötekinin
onayında gördüğü için aynalanma yetersizliği tespitini güçlendirmektedir. Tezin reddedilişi aranan onayın elde edilememesi sonucu kendilik parçalanmasına neden olduğundan T. Bey derin bir yas duygusu içine girmiştir. O nedenle ülküleştirmenin arkaik biçimi olarak kısa süreli mistik vecd haline girmiş ve tarihteki bazı dini kişiliklerle özdeşim kurarak
aynı kaderi paylaştığını söylemiştir.

Psikoterapi Süreci
Danışanla yapılan terapi sürecinde empatik bir duruş sergilenmiştir. Kendilik psikolojisi kuramında ‘ayna aktarımı’ psikoterapi sürecinde en kritik kavramlardan biridir. Çünkü çocukluk döneminde birincil aynalanma yetersizliğine bağlı
olarak kişinin deneyimlediği suçluluk, yetersizlik ya da acı veren yoğun duygular ancak danışan karşısında onaylayıcı
ve kabullenici ayna işlevi gören bir nesnenin yanıt vermesiyle normalleşebilir. Bu nesne, terapi sürecindeki terapisttir.
T. Bey’in psikoterapi sürecinde kendisini anlamsız ve değersiz hissettiği süreçlerde terapist tarafından optimal düzeyde aynalama işlevi görülmüştür. Bu süreçte kendiliğin büyüklenmeci kutbunun aktive edilmesi hedeflenmiştir. Daha
sonraki oturumlarda ise terapistle olan ilişkisinde kendisini, kendilik nesnesi gibi algılama (ikizlik aktarımı) süreçleri
desteklenmiştir. Bu aktarım-karşı aktarım ilişkisi kaynaşma aktarımı (kendilik nesnesiyle bütünleşme ve tek olma
gereksinimi) ile optimum düzeyde yaşanmıştır.
Terapinin bir sonraki aşamasında T. Bey’e psikodinamik yorumlarla geçmiş yaşantıları ile şimdi ve burada yaşanılan duygulara yönelik farkındalık kazandırılmaya çalışılmıştır. Yapılan tüm psikoterapi oturumlarında T. Bey’in belirgin
olarak ülküleştirici aktarımı aktifleşmiş ve bazen terapiste bazen de idealize ettiği imgelere yöneldiği gözlenmiştir.
Bu bağlamda hem terapiste hem de diğer nesnelere yapılan yüceltmelerde T. bey’in dürtülerini ve duygularını düzenlemesi ele alınmış ve kaynaşma aktarımı halinde olduğu ülküleştirilmiş imagoya (dini cemaat) yönelik optimal
kırılmalar hedeflenmiştir. Bu çerçevede seanslarda kişinin idealize ettiği tümgüçlü nesne, değerli görülmekle beraber
hayatın gerçekliği içindeki yerine optimal düzeyde vurgu yapılmış, seconder narsizme geçişi için yolaklar açılmıştır.
Öte yandan libidinal enerjinin idealize edilmiş imgeden çekilip büyüklenmeci kendilik kutbuna yatırılması amaçlanarak
danışanın büyüklenmeci kendilik kutbunun aktifleşmesi üzerine çalışılmıştır. Büyüklenmeci kutba (grandiyöz) yapılan
aynalamalar da libidinal enerjinin kendine yönelmesini ve kendiliğin canlanmasını sağlamıştır. Bu bağlamda idealize
imgede yaşanan optimal kırılmalar ve büyüklenmeci kutba yapılan yatırım dengeli seconder narsizm çerçevesinde
kendilik yapılanmasını daha dengeli bir yere taşımıştır. Bu süreçte T. Bey kendilik nesnesi olan terapistinin sakinlik
içindeki dengeli tutumunu dönüştürerek içselleştirdiği (transmuting internalizasyon) gözlenmiştir.
İlerleyen psikoterapi oturumlarında T. Bey’in grandiyöz duygularını ortaya koyduğu gözlenmiştir. Kendi dürtülerinden gelen arzu ve istekler ile değerler kutbu arasında ortaya çıkan gerilim ise üçüncü bir kutbun gelişmesine olanak
tanımıştır. Bu yeni kutbun T. Bey’in yaşam becerilerinde kullanabileceği yaratıcı ve itici bir kaynağa dönüştürülmesi
hedeflenmiştir.
Tartışma ve Sonuç
Bu çalışmada ergenlik ve genç yetişkinlik dönemlerini dini bir cemaat içinde geçirmiş T. beyin kendilik psikolojisi çerçevesindeki terapi süreci ele alınmıştır. Kuramdaki aynalanma, idealize edilmiş ebeveyn imagosu, büyüklenmeci kendilik
kavramları üzerinden danışanın formülasyonu yapılmıştır. Bu bağlamda T. Bey’in erken yaşlarında gerek aile gerekse
okul yaşamı göz önüne alındığında yeterli düzeyde aynalanmadığı ve çekirdek kendiliğinin uyarılmadığı anlaşılmaktadır. Kendince entelektüel bir kişilikle görünür olma gayreti de bu eksikliğin giderilmesi olarak değerlendirilmiştir. Lisans
eğitimi sonrası hazırladığı yüksek lisans tezinin reddedilmesindeki derin kırılma ve kendini hiç gibi hissetme duygularının temelinde de aradığı onayı bulamama sonucu ortaya çıkan “kendiliğin parçalanması” vardır.
Öte yandan ergenlik yıllarından itibaren yoğun temas halinde olduğu bir dini cemaatin T. Bey’in kişiliği üzerinde önemli
etkileri olduğu değerlendirilmektedir. Cemaatin ruhani lideri olan büyük kurtarıcı ile sık sık özdeşim kurduğunu ifade
etmesi kendiliğinin derin bir kaynaşma aktarımı içinde olduğunu düşündürmektedir. Bu bağlamda kendiliğin ihtiraslar
kutbunun zayıflamasına karşı, idealize edilmiş güç sembolü nesneyle kurduğu kaynaşma ile kendiliği güçlendirme
yoluna gitmiştir. Fakat güç sembolü olan nesnelerle ilişkisi (gerçekliğe temasa kapalı olan cemaat tipi sosyal yapı nedeniyle) ilkel bir bağımlılık düzeyinde kaldığı için primer narsist bir örüntünün ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
Grup içindeki öğretilerden biri olan “bireyselliğin lanetlenmesi (kibir)” çerçevesinde büyüklenmeci (grandiyöz) kendilik, haz ve ihtiraslar kutbunun gelişimi büyük oranda kapandığından terapinin ilk etabında arzularının açığa çıkmasına
salık verilmiştir. Ortaya koyduğu, ürettiği her şeyi kendisinin başardığı anlamındaki aynalamalar ile yapılan kendilik
nesnesi işlevi ihtiraslar kutbunu güçlendirilmiştir.
Dini ya da seküler kült gruplarda sık sık rastlanan bir olgu, grup kimliğinde kaynaşan bireylerdeki aynîleşme/benzeşme
olgusudur. Bu şekilde bireysel arzu ve ihtirasların yerini ortak normatif hedefler alır. Libidinal enerji idealize edilmiş ortak bir figüre yatırılarak grup üyelerinin kendilikleri bu imago ile kaynaşır. Bu bağlamda özerkliğini yitirmiş grup üyeleri

için gelişimsel duraklamaya uğramış narsistik bir kendilikten söz etmek mümkündür. Konuştuklarında kendisi yerine
idealize edilmiş büyüklerinden bahsetmeleri, kendini bir hiç gibi son derece değersiz görmeleri ya da eşitlik temelinde bir ilişki yerine ebeveyn-çocuk modunda bir ilişki biçimine girmeleri kaynaşma aktarımının neden olduğu tepkiler
olarak ele alınabilir. O nedenle ülküleştirilmiş imagoda sistematik yaşanan kırılmalara olanak tanınmıştır. Bu şekilde
libidinal yatırımın ideallerden çekilip ihtiraslar kutbuna yatırımı hedeflenmiştir.
1,5 yıllık çalışmanın sonunda T. bey, seçilmişlik duygusunun büyük oranda azaldığını ve ilişkilerinin otantik yönelimlere
döndüğünü ifade etmiştir. Yaşamına hâkim olan cansızlığın yerini spontane davranışların aldığını ve arzularını yönlendirebildiğini, ortaya koyduğu işleri içselleştirerek kendine mal ettiğini ifade etmiştir. Bunu “kendiliğin canlanması”
olarak düşünmek mümkündür. Fakat zaman zaman ideal nesneyle tekrar temas kurma ihtiyacı doğduğunu ifade
etmektedir. Bu durumu da ülküsel nesne açlığı biçiminde yorumlamak mümkündür ki terapinin bir süre daha devam
etmesinin faydalı olacağı değerlendirilmiştir.

Bu makale Dergipark’ın Türkiye Bütüncül Psikoterapi Dergisinden alınmıştır.

Hakkımda