Bireysel Yetişkin Terapi, bireylerin kendini daha iyi tanıması, güçlü ve zayıf yönlerini, olumlu ve olumsuz duygularını fark etmesi, yanlış ve olumsuz duygu, düşünce ve davranışlarını kontrol etmesi ve yaşadığı psikolojik sorunları aşabilmesi için psikoterapist ile birlikte yürüttüğü bir yeniden tanıma, anlama ve tedavi sürecidir. Bireylerin kendi başlarına yaşadıkları sorunların yanı sıra aile ve çevre ile kurduğu ilişkilerde bireysel terapinin kullanıldığı alanlar arasına girmektedir. Bireylerin sorunlarının olduğu konuların ikili ilişkiler ile ilgili sorunlar olması bireysel terapinin kullanılmadığı anlamına gelmemektedir.
Bireysel Yetişkin terapide, danışan ile psikoterapist arasında bir güven bağı oluşturulur. Temel konu danışan ve danışanın sorun yaşadığı, sıkıntı duyduğu konulardır. Psikoterapist kendisi ile ilgili konuşmaz, merkez danışandır ve konuşulan da danışanın kendisi ve sorunlarıdır. Danışan ve psikoterapist arasında kurulan güven ilişkisi, iyileştirici etkiye sahip bir iş birliği ortamında gerçekleşmektedir.
Bireysel Yetişkin Terapi, bireylerin kendileri keşfetmelerini ve daha yakından tanımalarını sağlayan bir psikoterapi türüdür. Birey, terapi sürecinde hayatını ve yaşadığı sorunlara farklı bir pencereden bakarak, farklı bir bakış açısı geliştirmektedir. Bireylerin bu süreçte bakış açılarının değişmesi, sorunlarını daha iyi analiz etme ve tanımlama konusunda daha etkin olmalarını ve çözüme giden yolda sorumluluk almalarını sağlamaktadır. Böylece birey terapi sürecinden sonra da bu bakış açısı ile hayatta karşılaştığı sıkıntılarla nasıl baş edeceğini öğrenecek ve bu sıkıntılar karşısında duygu, düşünce ve davranışlarını daha iyi kontrol edebilecektir.
Bireysel Yetişkin Terapi, pek çok psikolojik rahatsızlığın tedavisinde ve ilişkilerle alakalı sorunların çözümünde kullanılan bir psikoterapi türüdür. Ancak bilişsel yetişkin terapi yalnızca psikolojik rahatsızlıkların tedavi edildiği bir terapi süreci değildir. Bireysel Yetişkin terapi, bireylerin kendileri anlaması, tanıması, kendine ve çevresine farklı bir bakış açısı ile bakabilmesi içinde kullanılabilmektedir. Psikolojik ve ilişkisel bir sorunu olmayan kişilerde kendilerini keşfetmek , duygularını anlamak ve tanımak, daha anlamlı, pozitife odaklı ve kontrollü bir şekilde devam ettirebilmek için bireysel terapiden faydalanabilirler.
Bireysel Yetişkin Terapinin Kullanım Alanları Nelerdir?
Bireysel Yetişkin terapi, danışan ve terapistin iş birliği içerisinde çalıştığı, danışanın yaşadığı zorlukları, sorunları ele alarak, bu konular ile nasıl baş edebileceğini anlamaya ve öğrenmeye çalıştığı bir süreçtir.
Bireysel Yetişkin terapinin konusu olan sıkıntılar ve zorluklar, her danışana göre farklılık göstermekte ve terapinin gidişatı da bu farklılık ile şekillenmektedir.
Danışanların, bireysel terapiye başvurmasına neden olan konular psikolojik rahatsızlıklar, sosyal- ilişkisel zorluklar ve psikosomatik reaksiyonlardır. Psikolojik rahatsızlıklar, bireylerin yaşamlarını ciddi derecelerde etkileyen ve yaşam kalitelerini düşüren sorunlardır. Tedavi edilmesi şart olan psikolojik rahatsızlıklar, depresyon, kaygı bozukluklar gibi duygu durumunu etkileyen rahatsızlıklar olabileceği gibi, yeme bozuklukları gibi bireylerin fiziksel sağlıklarını tehlikeye atabilecek rahatsızlıklardır.
Bireysel terapinin kullanıldığı psikosomatik reaksiyonlar ise stres kaynaklı rahatsızlıklardır. Stresle birlikte çıkan ve yine stres durumunda daha da artan psikosomatik rahatsızlıklar, kalp hastalıkları, kanser, diyabet, migren gibi hastalıkları içermektedir. Bireysel terapide, psikosomatik rahatsızlıklar şikayeti olan danışanlar için stresi azaltmak ve kontrol etme yöntemlerine başvurulmaktadır.
Sosyal ve ilişkisel sorunlarda bireysel terapinin konularından biridir. Kayıp ve yas süreci, aile- çocuk ilişkileri, aldatma ve aldatılma, boşanma, bağlanma problemleri, evlilikteki sorunlar, iş ve okulda yaşanan stresler ve kaygı durumları sosyal ve ilişkiler sorunlar içerisinde yer alan bazı konulardır.
Bireysel yetişkin terapide, hangi konuların ele alınacağı danışan tarafından belirlenmektedir. Danışan hangi konu ile ilgili sıkıntısı olduğunu dile getiriyorsa terapi sürecinde o konu işlenmektedir. Danışanın belirttiği konu üzerinde çalışıldıktan ve sorun ile nasıl baş edileceği bulunduktan sonra başka konular ile ilgili çalışılmaya başlanmaktadır.
Bireysel Yetişkin Terapinin Tedavi Yöntemi Olarak Kullanıldığı Psikolojik Rahatsızlıklar
Bireysel yetişkin terapi, pek çok psikolojik rahatsızlığın ve durumun tedavi edilmesinde kullanılmaktadır. Bu psikolojik rahatsızlıklar ve durumlar şöyledir;
- Kaygı bozuklukları (obsesif kompülsif bozukluk, yaygın kaygı bozukluğu, panik bozukluk)
- Depresyon
- Panik atak
- Fobiler (Özgül fobiler, sosyal fobi)
- Dürtü kontrol sorunları
- Duygu durumu değişiklikleri
- Yeme bozuklukları
- Uyku bozuklukları
- Cinsel kimlik sorunları
- Cinsellikle ilgili sorunlar
- Kayıp ve yasla başa çıkma
- Öfke ve stresle başa çıkma
- Kıskançlıkla ilgili sorunlar
- Bağlanma problemleri
- Özgüven kaynaklı sorunlar
- Bedensel kaygılardan kaynaklanan sorunlar
- İletişim problemleri
- İkili ilişki sorunları ve ilişki yönetimi
- Migren, mide ağrısı gibi somatik ağrılar
- Uyum problemleri
Bireysel Yetişkin Terapi Çeşitleri
Bireysel Yetişkin terapi içerisinde etkinliği kanıtlanmış birçok terapi seçeneği bulunmaktadır. Bunlardan en sık kullanılan terapi yöntemleri ise şöyledir; bilişsel-davranışçı terapi, şema terapi, EMDR terapi
- Bilişsel Davranışçı Terapi: Bilişsel davranışçı terapi, bireylerin düşünce yapısını değiştirerek duygu ve düşünceleri pozitife yöneltmeyi amaçlayan bir bireysel terapi türüdür. Bilişsel Davranışçı Terapi, bireylerin yaşadıkları sorunlara ve bu sorunlara neden olan yaşanmışlıklara odaklanır. Geçmiş travmalar sonucu oluşan sorunlu duygu, düşünce ve davranışları iyileştirmek ve değiştirmek, danışanlara yeni bir düşünce biçimi kazandırmak, sorunlar ile baş etme yollarını göstermek bilişsel davranışçı terapinin konusudur.
Bilişsel davranışçı terapide, danışana rahatsızlık veren, sorunlu düşüncelere ele alınır ve danışan ile birlikte çalışılarak, bu düşüncelerin yerine sağlıklı olanların getirilmesi ve sorunların çözümü üzerine gidilir. Bunu yaparken de maruz bırakma gibi pek çok teknikten yararlanır. Bilişsel davranışçı terapi, depresyon, kaygı bozukluğu, fobiler, ilişkiler ile ilgili sorunlar, travma sonrası stres bozukluğu gibi konularda oldukça etkili bir terapi yöntemidir. - Şema Terapi: Şema terapi, çıkış noktası borderline kişilik bozukluğu ve narsisistik kişilik bozukluğu sorunlarına çözüm bulmak olan bir bireysel terapi türüdür. Şema terapi zamanla gelişerek depresyon, alkol ve madde kullanımı, travmalar, yeme bozuklukları gibi birçok alanda kullanılabilen etkili bir yöntem haline gelmiştir. Şema terapi, insanın zihninin doğduğunda boş olduğu ancak bilgili edinme ve işleme kapasitesine sahip olduğu düşüncesinden yola çıkmıştır.
Şema terapiye göre bireyler doğdukları andan itibaren yaşadıkları deneyimle ile yeni bir bilgi öğrenirler ve bu beyinleri şemalar halinde zihinlerine yerleştirirler. Bireyler olumsuz ve travmatik yaşanmışlıkları sonucunda oluşan kötü şemalar ise, bireylerin ileriki dönemlerde psikolojik sorunlar yaşamasına neden olmaktadır. - EMDR Terapi: EMDR terapi (Göz Hareketleri İle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme), bireylerin yaşadıkları psikolojik rahatsızlıkların, olumsuz duygu, düşünce ve davranışların, göz hareketleri kullanılarak bakış açısının değiştirilmesi ile ortadan kaldırılabileceği mantığına dayanan bir bireysel terapi yöntemidir. EMDR terapide bireylerin yaşadıkları travmatik, olumsuz olaylar değiştirilmez, yalnızca bireylerin bu olaylara bakış açısı değiştirilir. Böylece olumsuz, travmatik olaylar artık bireyleri rahatsız etmez ve sorunlar yaşamalarına da sebep olmaz.
BİLİŞSEL (KOGNİTİF) PSİKOTERAPİLER
Kognitif kelimesi temelde düşünce proçesini ihtiva etmektedir. Davranış
terapilerinin başlangıcında her şey yalın etki tepki prensibine göre
şekillendirilirken, insan düşüncesi bir nevi ihmal edilmiştir. Gerçekte ise
insanın eylemlerinin içeriğine bakıldığında çok değişik yapılanmalar
görürüz. Etkilere karşı verilen tepkilerde insanların ruh dünyalarındaki
duygulanımları çok önemlidir. Algıları, beklentileri, geçmiş yaşantıları,
hatıraları, çevresel yargılamalar velhasıl düşünceyi oluşturan tüm iç dünya
tepkinin şekillenmesinde çok önemlidir.
İşte etki ile tepki arasında iç dünyamızda şekillenen düşünce zincirinin
oluşmasına müdahale etme ve sonucu etkileme kognitif psikoterapinin temelini
oluşturmaktadır. Davranış terapilerine göre biraz daha insan modeline
yaklaşılmış, insanı basit bir makine olmaktan dışarı çıkarmıştır. İnsanın
düşünce zincirindeki tüm halkalar çeşitli boyutları ile incelenebilir ve
tepkiyi oluşturan tüm faktörler incelenerek ortaya serilebilir.
Konuyu bilimsel olarak ilk inceleyen bilim adamı Beck ve ekibidir.
Duygularımızın tepkilerimizi ne derece etkilediğini ortaya koymak bu kuramla
mümkündür. Kognitif psikoterapiler, analitik psikoterapiler gibi bilinçdışı
dürtüleri, rüyaları veya birtakım anlamlı motor davranışları (tikler, dil
sürçmeleri v.b.) ele almazlar ve yaklaşım tarzlarında bir nevi bunları
dışlarlar. Bu anlamda da analitik psikoterapilerden ayrılırlar.
Kognitif psikoterapilerde, kognisyonlar; “Dış ve iç dünyadan gelen
uyaranları algı süreçlerine dönüştüren, bunları belirli bir düzen ve
bütünlük içinde işleyen, değerlendiren (bir anlamda onları anlamlandıran),
depolayan, yeniden belleğe çağırıp hatırlayan ve yeniden değerlendiren
ruhsal süreçlerdir.
Bu tanımdan da nalaşılacağı gibi kognisyon bir üst kavramdır. İçeriğini
dolduran süreçler de, kısaca özetlenirse, uyaranların düzenlenmesi,
yapılanması ve değerlendirilmesidir. Söz konusu zihinsel işlemlerin
gerçekleşmesi için işe karışan ruhsal süreçler şunlardır:Algılama,
hatırlama, düşünme, dil, tutumlar (attitude), değer yargıları, beklentiler
(antisipasyonlar) ve problem çözme stratejileri.”(Güleç, s:85, 1993)
Kognitif psikotarepi yöntemini zaman zaman hipnoterapi uygulamalarımızda
kullanmaktayız. Analitik bir incelemeye gerek duymadığımız veya temelde
bilinçdışı analitik bir gerekçe düşünmediğimiz vakalarda kognitif
psikoterapiyi başarılı bir şekilde kullanmaktayız.
Özellikle çarpık algılamaya bağlı olarak farklı ve hatalı savunma
mekanizmaları geliştiren hastalrımızda hipnodrama yöntemi ile başarılı
sonuçlar almakatayız. Büyük şehirlerin çok zalim olduğu, dişlileri arasında
taşradan gelen insanları her zaman yok edip yuttuğu, herkesin zalim,
üçkağıtçı ve dolandırıcı olduğu, kimseye güvenilmemesi gerektiği şeklinde
yıllarca şartlandırmaya tabi tutulan genç veya kişi günün birinde büyük
şehirde yaşamak zorunda kaldığında ne yapacaktır? Bu kişinin egosu iyi
gelişmiş ve oluşan şartlara adaptasyon yeteneği güçlü ise bir takım
zorlukları daha rahat atlatacaktır. Şayet egosu zayıf veya bağımlı bir
kişilik sergiliyır veya şizoid bir yapısı varsa işler tamamen sarpa
saracaktır. Kişi yoğun bir anksiyete çiresine giricek, çevre ile iyi
ilişkiler içerisine giremeyecek, çevresindekilerin desteğini alamayacak ve
bu güvensizlik duyguları içerisinde hastalıklı bir çok savunma düzeneği
geliştirebilecektir. Sonuçta belki de ağır bir depresyona girerek kendini
korumaya çalışacaktır.
Aynı şahıs yetiştirildiği ortamda büyük şehirlerin veya metropollerin
fırsatlar ülkesini insana sunduğunu, bu fırsatları değerlendiren bireylerin
çok başarılı olduğunu, insana yardımcı olan çeşitli kurum ve kuruluşların
olduğunu aileden veya çevreden öğrenmiş ve buna şartlanmış olsaydı, çok
değişik olumlu savunma düzenekleri geliştirebilecekti. Bu kişinin hayat
anlayışı, çevreden beklentileri, olaylara karşı tepkisi, kişilerarasındaki
ilişkileri de bu şartlanmaya göre değişecekti.
Yukardaki örneğimizde de görüldüğü gibi insanın düşünceleri çevreyi
algılamada ve tepkisel eylemler geliştirmede çok önemli bir rol
oynamaktadır. Bu tip vakalarda kognitif terapilerin yapacağı çok şey vardır.
Hekim bu tip vakaları detaylı irdeleyerek hatalı düşüncenin ve yanlış
şartalandırmanın kaynaklarını bulmalıdır. Bulduğu bu kaynaklardan yola
çıkarak bir tedavi yeniden şartalandırma daha doğrusu gerçeği tekrardan
gasterme ve öğretme yöntemini uygulamalıdır. Bu tip problemi olan bireylerin
düşüncede meydana gelen hatalı öğretimleri hipnotik transta çözmek ve
alternatif çözüm önerilerini yine hipnotik transta öğretmek mümkündür.
Bu eğitim ve öğretimde direk, inderek telkinler kullanılabildiği gibi
hipnodrama uygulamaları ile beklenen davranış kalıpları kişiye
öğretilebilir. Bu öğretimin normal kognitif psikoterapiden farkı, kısa
sürede başarıya ulaşmasının yanında olası gelecek olayları hipnodrama
vasıtası ile denemek, kişinin bunlara verdiği motor ve emosyonel cevabı o
anda alabilmektir. Alınan bu cevaplar sayesinde kişinin öğrenmedeki ve
dolayısıyla tedavideki başarısını objektif olarak o anda değerlendirmek
mümkündür.
Kognitif Psikoterapinin kurucusu Beck’e göre depresyonda sık görülen
kognitif çarpıtmalarla ilgili belli başlı konuları aşağıdaki şekilde
incelemek mümkündür:
1. Kendine saygının azalması,
2. Kayıp duygusu,
3. Mahrum olma düşüncesi
4. Kendini eleştirme,
5. Kendini yerme ve suçlama,
6. Kendini uyarma ve kendine hükmetme,
7. İntihar düşünceleri. (Güleç, s:90, 1993)
Beck’e göre etki-tepki zinciri arasında oluşan düşüncedeki otomatik kognitif
kalıplarda şunlardır.;
1.Keyfi çıkarım (arbitrary inference)
2. Seçici soyutlama (selective abstraction)
3. Aşırı genelleme (over-generalization)
4. Abartma ve küçümseme (magnification-minimization)
Terk Depresyonu ve Sahte Benlik Oluşumu
Masterson’a (1990) göre ortaya çıkmakta olan benliğin nesne desteğinden yoksun olması çocuk tarafından terkedilme olarak yaşantılanır ve terk depresyonu olarak adlandırdığı bir dizi şiddetli duyguya yol açar. Çocuk bu durumda kendi ölümcül âcizliğine terk edildiğini hisseder. Ölümün kokusunu almıştır.
Masterson’ın kendi özgün kavramı olan “t erk depresyonu” deneyimi günlük yaşamımız içinde gelip giden depresyon biçimlerinden çok daha ciddi ve tahrip edicidir. Benlik bu zihinsel duruma karşı kendini savunmak için, sahte benlik tarafından teşvik edilen ve yıllar içinde bu terk depresyonunu savuşturacağını öğrendiği savunmacı paternlere sığınır.
Terk depresyonu aslında şemsiye bir kavramdır: depresyon, panik, öfke, suçluluk, çaresizlik, umutsuzluk ve boşluk. Bu duyguların şiddeti ve aciliyeti, benlik hisleri şiddetli şekilde zedelenmiş kişilerde dayanılmaz bir hal alır. Bu kişiler için, özbenlik sürekli bir şekilde saldırı altındadır ve kuşatma zihniyeti kendilerini ve dünyayı gerçekçi açılardan algılama becerilerini tahrip etmektedir.
Kuşatılmış benliğin gözünde; dünya, kişinin en yakın ilişkileri ve hatta kişinin kendi bedeni bile düşman haline gelebilir. Dünya düşmanlık besleyen bir çevre gibi gözükmektedir, öylesine yabancı ve tehditkârdır ki, benlik, diğer insanların gerçeklikle baş etmek için kullandığı standart teknikler konusunda şüpheli ve bilgisiz halde “yabancı topraklarda bir el” gibi yaşar. İlişkiler boğucu, kuşatıcı; benlik incinmiş ve terkedilmiş halde, her an parçalanmanın eşiğindedir. Kişi, bu acı verici duyguların ruhsal dünyasında yarattığı tahribatı savuşturabilecek güçlü ancak sahte bir savunucuyla kirli bir ittifakı tercih eder. Zaten bu aşamada daha iyi bir seçeneği de yoktur. Sahte benlik gecikmeksizin kurtarmaya gelir ancak “güvende hissetme”nin bedeli özbenliğinden feragat etmek olur (Masterson, 1990). Kişi sağlıktan ilelebet vazgeçme pahasına, ölümü görüp sıtmaya razı olur.
Masterson Yaklaşımı-Özbenlik ve Sahte Benlik
Nesne ilişkileri teorisi açısından özbenlik; spontan arzulardan, benliğe ve önemli diğerlerine dair intrapsişik imgelerin toplamından, söz konusu imgelerle ilişkili duyguların yanısıra bu imgeler tarafindan yönlendirilen ve çevrede girişilecek eylemler için gerekli kapasitelerden oluşmaktadır (Masterson, 1990). Özbenlik, psişik dengeyi koruman ı n bir yolu olarak, arzu tatminini hedefleyen gerçeklikle ba ğ lant ı l ı görevlerde ustal ı k kazanmaya güdülenmiştir . Gerçekliğin gerekleriyle arzu tatminini ustalıkla uzlaştırmaya çalışır. Öte yandan, s ahte benliğin amacı uyuma değil savunmaya yöneliktir; benliği acı verici duygulardan korur. Bir başka deyişle, sahte benlik gerçeklik üzerinde egemenlik sağlama amacını gütmez; acı verici duygulardan kaçınmanın peşindedir, bu amaca da ancak gerçeklik üzerinde egemenlik sağlamaktan vazgeçme pahasına ulaşılabilir.
Kendilik Psikolojisi(Self psikolojisi)
Bu en son gelişen psikanaliz ekolü Heinz Kohut’un çalışmalarından ortaya çıkmıştır.Kendiliği “id, ego ve süperego’nun” toplamı olarak gören bu anlayış, “kendilik deneyiminin parçalara bölünemeyen sürekliliği ve özgüven” üzerinde durmaktadır.Kendilik psikolojisinin “kişilik bozukluklarını” anlama çabasında nesne ilişkilerinden ileri bir durak olarak görülmesi zaruridir.Kohut bilinçdışı,birincil süreç düşünce ve psişik determinizm gibi psikanalizin temel kavramlarına sadık kalmakla birlikte , güdülenimin cinsel temelde değil narsistik temelde olduğu iddiası ile bazı çevrelerce klasik psikanalizden kopmuştur.Bu ne anlama gelmektedir? Ortodoks psikanaliz cinsel dürtülerin “haz ilkesi” çerçevesinde doyum aradığını iddia eder. Oysa Kohut ,gelişimin erken dönemlerinde güdüleyici temel etkenin çocuğun mükemmelliği ve gücü her şeye yeterliliği olduğunu söyler.Çocuk mükemmeliyetini “kendilik nesnesi”denilen ve çoğu kez annenin temsil ettiği nesnenin gözlerinde,gülümsemesinde ,sözlerinde görmek ister.Böylece kendini beğenme ihtiyacı karşılanmış olur.Bir dönem sonra çocuk annenin ima-söz ve davranışları sayesinde kendisindeki kimi eksiklikleri ,yetersizlikleri görecektir.Zamanla kendisi gibi idealize ettiği annesinin de eksikleri olduğunu anlayarak “kendisini beğenme ile kimi eksikleri olma” arasındaki dengeyi kuracak biçimde kendiliği gelişecektir.Eğer bu esnada kendiliği beklendiği gibi gelişemez,olgunlaşamazsa ve kendi mükemmelliğine yönelik bir saplantı içinde kalırsa bu durumda narsistik bir kişiliğe sahip olacaktır.
Kohut görüldüğü gibi ruhsal yapıyı oluşturan “id-ego-süperego” üçlemesinin yerine “kendilik” denilen kişinin içinde duyumsadığı bir imajdan söz etmektedir.Kendilik kişinin zaman ve mekan içerisinde bütünleşmiş ,tek bir kendilik şeklinde duyumsanır.Ancak bu da birden olmaz.Ancak çocukluktan itibaren uzun bir gelişim süreci sonunda ortaya çıkar.Narsistik kişiliklerde gelişimin duraklaması sonucu kendiliğin bir bütün halinde değil parçalar halinde algılandığı görülür.
Kohut’un terapi anlayışı da klasik psikanalizden farklılık gösterir.Geçmişe odaklanmak yerine şu anda elde bulunan kendilik üzerinde çalışılır.Geçmişten söz edilmesi mümkündür.Ancak bu da kendiliğin üzerinde çalışılması için bir art plan görevi görür.Yani psikanalizdeki gibi bastırılmış anıların-arzuların ortaya çıkarılması ve bir çatışmanın çözülmesi söz konusu değildir.Terapi ,hastanın “kendiliğinin” ,kendilik nesnesi olarak seçtiği terapistin “kendiliğinden” aldığı ve “dönüştürerek içselleştirdiği” yani kendisine mal ettiği tüm güçlülükten uzak,gerçekçi bir profilin oluşması için uğraşır.Bu esnada başlangıçta terapistin ölçülü bir şekilde de olsa hastanın narsistik ihtiyaçlarına saygı gösterdiği bir dönem olması gerekir.
Varoluşçu Psikoterapiler
nsan beyninin çalışma prensipleri ile ilgili son yıllarda ilginç çalışmalar
var. Beyin yarım kürelerinin fonksiyonları üzerine araştırmalar yapan bilim
adamları bir takım ciddi sonuçlara uluşmışlardır. Bu çalışmalara göre insan
beyin yarım küreleri farklı fonksiyonlara sahiptir. Sağ beyin sentezci,
hayalci, keşfeden, yaratan ve sanatçı özelliklere haiz iken, sol beyin
analizci,parçacı, mantıklı düşünen, matematiksel bakan, determinal bağlara
sıkı sıkıya bağlı ve dilin yapılanmasını sağlayan bölümdür.
Yukarıdaki cümlelerimin konu ile bağlantısı olmadığını düşünen okuyucular
olabilir. Gestalt psikolojisini mikst beyin yapısının bir ürünü görüp diğer
psikoloji ve terapilere bakacak olursak hep sol beyin fonksiyonları
açısından insanları inceliyorlar gibi. Ancak varoluşçu psikoterapi yaklaşımı
diğer tüm yöntemlerin karşısına farklı bir kimlikle çıkıyor ve hepsini
reddediyor.
Prof. Dr. Özcan Köknel Varoluşçu Ruhbilim yaklaşımı hakkında güzel bir özet
yaparak şunları söylemektedir.”Varoluşçuluğu oluşturan düşünce akımları 19.
yy. ortalarında başlamıştır. Gizemci düşünür Kierkegaard’ın (1813-1885)
gizemsel düşüncelerinden yararlanan Heidegger (1889-1976), insanın kendi
varlığının kendisi tarafından yaratıldığını ileri sürerek bu öğretiyi ortaya
atmıştır.
Varoluşçuluk öğretisi, insanın kişisel anlamını değerlendirmesini, yaşama
sürecinde kendi yolunu seçmesini, düşman ve amaçsız bir evrenin doğurduğu,
kişiliğin yitirilmesi tehlikesine karşı, insanın kendi özgür istemiyle
direnmesi gerektiğini savunur.
Gabriel Marcel7in (1889-1973) öncülüğünde Tanrıcı varoluşculuk; Jean Paul
Sartre’in (1905-1980) öncülüğünde Tanrısız varoluşculuk adını alarak iki
ayrı akım olarak kısa bir süre içinde gelişmiş ve yayılmıştır.
19. ve20. yy.’da, Varoluşçu Ruhbilime katkısı olan ilk ruhbilimci olarak
Franz Brentano (1838-1917) gelir. Brentano, bilinç alanında ancak duyu
organlarıyla algılanabilen süreçler üzerinde durarak, aynı zamanda görüngüye
(fenomen) dayanan öğretiyi de kurmuştur.
Husserl (1859-1938) bu öğretiyi geliştirmiş, varoluşçu çözümlemeyi getirmiş
ve Freud’un yapısal kuramını kabul ederek hastalara yaklaşımda kullanmıştır.
Bunları, Ludwig Binswanger (1881-1966), Karl Jaspers, Eugen Minkowski,
Medard Boss,Erwin Strauss, Antonia Wenkart izlemiştir. Bu bilim adamları
varoluşçu öğretinin ruhbilim ve ruh hastalığının tedavisinde kullanılan
yöntemler içinde yer alıp gelişmesine öncülük eden görüngücülük öğretisinin
de kurucuları olmuşlardır.
Varoluşçuluk öğretsine göre, evrende kendi varlığını kendisi yaratan tek
varlık insandır. İnsandan başka tüm varlıklar, varoluşlarından önce
yapılmışlar, biçimlenmişler, nitelik kazanmışlardır. insan kendini nasıl
yapar, varlar ve değerlendirirse insan odur. Yaşama anlam veren insanın
kendisidir. İnsan kendini varladığı için özgür ve sorumlu olmak zorundadır.
Bu sorumluluk nedeniyle bunalım, sıkıntı, kaygı duyar. Varolma
sorumluluğundan doğan bu kaygı ve sıkıntı, insanın temel davranış ve eylem
gücünü oluşturur.
Görüldüğü gibi, Varoluşçuluk, enesnel varlığı insana, insanı kişisel
varlığa, kişisel varlığı da düşünceye bağlayarak idealizme varmaktadır.”
(Köknel s:29-30, 1984)
Varoluşçulara göre insan davranışları doğadaki diğer fiziksel olaylar gibi
değerlendirilemez, incelenemez, kategorilere ayrıştırılamaz. Aİnsan
davranışları bu bağlamda açıklanamaz, ancak anlaşılabilir. İnsan
davranışlarının anlaşılabilmesi için veya insanın bütüncül olarak
anlaşılabilmesi için tüm yargılardan ve ön fikirlerden uzak olmak gerekir.
İnsan mekanik bir aygıt olmadığından onun davranışlarını bir takım gruplara
ayırmak, sistematize etmek , şablonlaştırmak insanı anlamak değil , tam
tersine onun anlaşılmasını zorlaştıran temel faktördür. Hele hele bir takım
hastalık isimleri altında insanları birer kemiyet gibi değerlendirmek,
bilgisayar proğramlarına kodlamak, sistematize etmek insana yapılacak en
büyük ihanetlerden biridir.
İşte varoluşçu felsefeden yola çıkan bilim adamları insanı anlamak için
toptan psikiyatriyi reddeden antipsikiyatri anlayışlarına da kaynaklık
etmişlerdir. belki de insana insanca bir yaklaşım tarzını varoluşçu
terapilerde bulmak mümkündür. İnsanın gerçekten insan olarak
değerlendirildiği hasta ile hekimin eşit şartlarda gerçeği aradığı anlayış
ve yaklaşım tarzı sadece varoluşçu tedavilerde mümkündür. Bu kadar
müsamahalı ve geniş bir yaklaşım tarzını ihtiva etmesi nedeni ile uygulamada
geniş bir yelpazenin varlığıda otamatikman ortaya çıkmaktadır.
Bu tedavi proğramında kişi hekimi ile eşit şartlar altında kendini anlamaya
çalışır, patoloji olarak görülen bozuklukları anlamaya hayatını anlamlı
kılmaya ve aktif bir üretkenliğe dönmeye çalışır.
Varoluşçu psikoterapistler arasından Victor Frankl’ın görüşlerine ve
eklektik tarzına bakmakta yarar vardır. Ona göre;” Ego’yu tedavi etmek amacı
ile O, eklektisizme yönelerek hipnoz, davranış tedavisi, ilaç tedavisi, ve
gevşeme egzersizlerini bir arada kullanmaya kadar işi ileri götürmüştür.
Buna kendi yarattığı Logoterapi adlı yöntemi de eklemiştir. Bu yöntemin
temel hedefi hastada az ya da çok miktarda kaybolmuş olan egonun temel
gücünü, yani iradeyi geliştirmektir. Frankl’a göre yaşamında artık anlam
göremeyen bir kişi hastalanır, çünkü insan anlam yokluğunda varolamaz.
Logoterapide anlama ve özneye saygı şu yönlerde ortaya çıkar. Varoluştaki
kişisel amaç ve değerlerin keşfedilmesine engel oluşturan şeylerin analizi
zorunlu olarak anlama çabasını ve öznelliğe saygıyı gerektirir. Ama
logoterapi aynı zamanda iradeyi ve sorumluluk duygusunu uyandırmaya ve
desteklemeye yönelik teknikleri de içerir” (Güleç,s:111,1993)
Her hasta farklıdır. Semptomların ifadesinde kullanılan dil her hasta için
farklıdır. Hastaların ifadeleri ancak kendi içsel ve dışsal dinamikleri ile
birleştirildiğinde anlam kazanır. Hastanın ruhunu anlamadan yapılan yaklaşım
tkarzları her zaman hatalıdır ve kişiyi yanlışsonuçlara götürür. Hastaya
gerçekten yardımcı olmak istiyorsak tüm şahsi düşüncelerimizi bir tarfa
bırakarak hasta gibi hissetme , onunla beraber düşünmek zorundayız. Hasta
ile olan ilişkilerimizde , hastanın geçmişine kilitlenme deği , geçmişten
günümüze intikal eden şu andaki sorunlara yoğunlaşmak gerekir. Geçmiş şu
anda hastayı etkiliyorsa önemlidir.
Her hekim az veya çok varoluşçu bir yaklaşım tarzını benimsemek zorundadır.
Hastaların kendi dünyalarında bağımsız ve özgür bir fert olduğunu
kavrayamayan , insan olarak onlara gerçekten değer veremeyen hiç bir
yaklaşım tarzının fazla yararlı olammayacağı kanatindeyim.
GESTALT TERAPİ
Gestalt Almanca bir sözcük olup “kendine özgü bir bütünlüğü olan şekil, örüntü” anlamına gelmektedir Geştalt psikolojisine göre her varlık bir takım parçalardan oluşur ama bu parçaların oluşturduğu bütünlük parçaların toplamından başka ve fazla bir şeydir. İnsan çevresinde!» olayları nesneleri, durumları bir bütün olarak algılar, onları oluşturan parçaları değil, Daha çok algı psikolojisi üzerinde duran geştalt psikologlarına göre her nesne bir zemin üzerinde algılanır. İnsan dikkatini bir nesneye, yönelttiğinde o nesne zeminden ayrılır, şekil olarak algılanır. Dikkat bir başka nesneye yöneldiğinde ilk nesne zemine geçer ikincisi şekil olur. Geştalt terapi geştalt psikolojinin bu temel kavramı yanında, psikanalizin, varoluşçu yaklaşım, ve Zen Budizm inancının temelini oluşturan kavramları yeni bir biçimde bütünleştiren ve buna dayanarak psikolojik sağlık alanına bazı yeni teknikler getiren bir terapi anlayışıdır.
Geştalt terapi yaklaşımını ortaya atan Frederic Pearls ( 1969 ) de, çoğu kuramcı gibi, başlangıçta psikanaliz ile ilgilenmiş ve onun yetersiz olduğu alanları görmüş bir kişidir. Pearls’a göre insan yaşamına bir bütün olarak başlamakta, ama büyürken, gelişirken geçirdiği rahatsız edici yaşantılar yüzünden bazı parçalan ile bağlantıları zayıflamakta ya da kopmaktadır. Terapinin amacı bu parçalanmışlığı bütünlüğe dönüştürmektir. Pearls’e göre bir gereksinmenin ortaya çıkması ile diğerleri zemine geçer ve bir parçalanma olur. O gereksinmenin karşılanması ile bütünlük ( geştalt ) tekrar oluşur. Bu defa başka bir gereksinme zeminden ayrılıp öne geçer bu defa onun giderilmesi için harekete geçilir ve bu süreç böyle devam eder. Pearls’e göre organizmanın net hücresi, her organı, her hangi bir fazlalığı atmaya, eksik olanı tamamlamaya ve böylece denge durumuna gelmeye çalışır. Bu dinamik sayesinde değişen koşullara karşın organizma homeostasis denilen bu kararlılığı korumuş -: Şimdi ve burada olma : Pearls insanların kendileri ile ve başkaları ile ilişkilerinde bütünleşme yolu olarak şimdi ve burada olana yoğunlaşmanın gereğine inanır. Şimdi ve burada olma» durumunun farkında olma, duyumları tam olarak alma, duygulanma ve bütünleşme, yaşarken ve davranışta bulunurken olup bitenlerin ayırdında olma demektir. Olan olmuş, olacak olan da henüz olmamıştır. Bir kimsenin sürekli geçmiş olaylar üzerinde durmasının ya da henüz olmamış olayları olmuş gibi değerlendirmesinin yıkıcı etkileri olacağı görüşündedir. Kaygı şimdi ile sonra arasındaki açıklıktır. Kişi şimdiki zamandan kopar, sürekli olarak gelecekle ilgilenirse kaygı duyar. Çünkü ya gelecekte olabilecek felaketleri düşünerek bunalıma girer ya da hiçbir zaman gerçekleşmeyecek harikulade durumlar hayal eder. Bunlara erişemedikçe hayal kırıklığı yaşarlar.
Bireysel Yetişkin Terapi Nasıl Yapılır?
Bireysel Yetişkin terapi, danışan ve terapistin bir güven bağı çerçevesinde ortak çalışması ile yapılan bir psikoterapidir. Bireysel terapide ilk aşama terapinin konusunun belirlenmesidir. Bireysel terapinin konusu danışan tarafından belirlenmektedir. Terapi süreci başlarken danışan sıkıntı ve zorluk yaşadığı konu hakkında terapisti bilgilendirir ve danışan ile terapist birlikte terapi süreci ile ilgili bir yol haritası oluştururlar.
Böylece terapi süreci başlamış olur. Terapinin ilk aşamasında psikoterapist danışana çeşitli sorular sorarak onu tanımaya ve terapi süreci ile ilgili neler beklediğini öğrenmeye çalışır. Terapi sürecinin daha olumlu ve etkili ilerleyebilmesi için danışanında sürece etkin bir şekilde katılması ve terapistin önerdiği yöntemleri, ödevleri yapması gerekmektedir.
Danışanın terapi sürecine etkin bir şekilde katılması, hem yaşadığı zorlukların ve sorunların giderilmesindeki çözüm yönteminin daha kolay bir şekilde bulunmasını hem de danışanın kendisini geliştirme ve değiştirme yolunda daha emin adımlarla ilerlemesini sağlamaktadır.
Bireysel Terapinin Esasları Nelerdir?
- Terapi süreci, terapistin danışana ne yapması gerektiğini söylediği, tavsiyeler, öğütler verdiği bir süreç değildir. Terapi sürecinde olumlu düşünceleri ve doğru kararları terapistin yol göstermesi ile danışan kendisi keşfetmektedir.
- Terapist, danışanı yargılamaz, eleştirmez ve danışanın yaptığı olumsuz davranışlardan dolayı onu suçlamaz.
- Terapistin görevi, danışana yol göstermek, kendi içindeki gücü ve olumlu tarafı görmesini sağlamaktır.
- Terapist, danışanı belli bir düşünce kalıbında düşünmeye ve belli bir davranış şekli çerçevesinde davranmaya teşvik etmez. Terapist, danışanın kendi düşünce ve davranış şekilleri bulmasında, fark etmesindeki yol göstericidir.
- Terapi sürecinde danışanın motivasyonu yüksek tutulmalı ve terapi sürecinde pozitif düşünmesi için yönlendirilmelidir.
Bireysel Yetişkin Terapi Ne Kadar Sürmektedir?
Bireysel Yetişkin terapi, danışanın yaşadığı sıkıntılara ve zorluklara bağlı olarak farklı sürelerde ve zaman aralığında yapılmaktadır. Bireysel terapi minimum 5-6 seans sürmekte, danışanların yaşadığı sorunlara bağlı olarak ise 10-12 ay hatta 1,5 yıl kadar bile sürebilmektedir. Obsesif kompülsif bozukluk, depresyon gibi yoğun yaşanan ve hayatı kısıtlayan rahatsızlıklar olduğu için daha uzun süreli bir tedavi sürecini gerekli kılmaktadır. Danışanları terapi sürecinde gösterdiği çaba ve yaşadıkları, hisleri hakkında açık olması terapi sürecinin daha kısa sürmesine olanak sağlayacaktır.
Bireysel Yetişkin terapinin bir seansı yaklaşık 45 dakika- 1 saat arasında değişmektedir. Seans aralıkları genellikle bir hafta veya 15 gün olmaktadır. Danışanların sorun yaşadıkları konulara göre terapistin uygun görmesi ile, haftada birkaç kez de yapılabilmektedir. Terapi sürecinin olumlu ilerlemesi ile seans aralıkları 3 haftaya çıkabilmektedir.